Anda Olmayan Beynin Performansı Düşüyor
Gülferi Yıldırım… Sürekli üreten, yaratan, hayallerinin peşinde koşan, olumsuz deneyimlerin üzerinden kısa sürede geçebilen bir kadın. “Mutluluk paylaştıkça çoğalır” diyor ve Google’a “mutlu insan” yazdığınızda ilk sırada onun adı çıkıyor:) İTÜ Elektronik Mühendisliği’nden mezun olan ve uzun yıllardır sağlık sektöründe liderlik ve yöneticilik yapan Gülferi Yıldırım, 40’lı yaşlara geldiğinde ‘Ben niye yaşıyorum’, ‘Ben niye bu dünyadayım’ gibi sorularla kendini sorgulamaya başladığında, yoga ve meditasyonla tanışıyor.
Meditasyonla tanışmanız nasıl oldu?
Hayatın akışı içerisinde bazen öyle bir tempoya ve rutine giriyorsunuz ki, hayatın içinde işin dışında hiçbir şey olmamaya başlıyor ve sizi besleyen ana damarlar da tıkanıyor 40’lı yaşlara geldiğimde ‘Ben niye yaşıyorum?’, ‘Ben niye bu dünyadayım?’ gibi sorularla kendimi sorgulamaya başladığında, yoga ve meditasyonla tanıştım. Üstelik bunlar o zamana kadar uzak ve mesafeli durduğum konulardı. Köken elektronik mühendisliği olunca ağırlıklı matematiksel, analitik beş duyusuyla temas ettiği dışındaki her şeyi yok sayan bir zihin yapısı olan bir insandım. Yoga ve meditasyonla tanıştıktan sonra hayatımın pek çok alanında daha iyi hisseder ve daha çok üretir oldum. Eski zamanda vakit kaybı, ‘boş işler bunlar’ gibi mesafeli ve önyargılı durduğum şeylerin bugün çok sağlam bilimsel temelleri olduğunu gördüm.
Meditasyon bir bilim mi?
Kesinlikle bir bilim ve hatta şu anda majör depresyon hastalarının dahi tedavisinde kullanılan ve ilaç kullanımlarını kademeli olarak sıfırlayan, bildiğiniz psikolojik bir terapi yöntemi olarak kabul ediliyor. Bunu hem hastalara uygulayabiliyorlar hem yoğun stres altında çalışan, bir takım fiziksel veya duygusal ruhsal rahatsızlıkları olan kişilere de aynı şekilde pozitif etkileri var. Bütün bu araştırmaların kaynağı dünyanın çok saygın üniversiteleri. Örneğin Harvard Üniversitesi’nden Doçent Sarah Lazar var. Onun yaptığı çalışmalar en popülerlerinden bir tanesi. Beynin hafıza, dikkat, empati bölgelerini biyolojik olarak değiştirdiğine, oraları güçlendirdiğine dair bilimsel çalışmaları, mr görüntüleri var. Keza Prof. Richard Davidson’ın Dalai Lama ile yürüttüğü çalışmalar var. Budist rahiplerin beyinlerini ve normal insan beyinlerini FMR cihazlarında inceliyorlar. Beynin amigdala bölgesi, travmatik olayların bizde bıraktığı duygusal izleri kaydeder. Endişe, kaygı bunlar hep oradan oluşur. Meditasyon yapan insanlarda o bölgenin normal insanlara nazaran daha küçük olduğu, daha az aktif olduğu bilimsel olarak artık kanıtlandı. Türkiye’de bunlar yeni yeni konuşuluyor ama dünyada yapılmış binlerce araştırma var.
Meditasyonun ruh ve beden sağlığı üzerinde nasıl etkileri var?
Eskiden beyin belli bir yaşa kadar gelişimini tamamlıyor ve ondan sonra doğal yaşlanma süreci içerisinde bazı yapılar ufalıyor, küçülüyor, hatta Alzheimer gibi hastalıklara doğru gidiyor diye biliniyordu. Ama hastayı MR cihazına yatırdığınızda önündeki ekranda ona iyi duygular hissettiren bir resmi gösterdiğinizde beynin nerelerinin aktif olduğunu, olumsuz duygular hissettirecek bir şey gördüğünde beyninde neler olduğunu görebildiğimiz teknolojiler var artık. Bu teknolojiler sayesinde son 15-20 yıldır Batı dünyası, Doğu Felsefesi uygulamalarının beyinde neler yaptığını anlayabilmeye başladı ve bu konuda çok hızlı da çalışmalar oluyor. Oxford, Harvard, University Of Massachusetts gibi üniversitelerin hepsi içinde Mindfullness enstitüleri kuruldu. Psikolojik tedavi gören kişilere meditasyon ve mindfullness çalışmalarıyla tedavilerine destek oluyorlar, bunun dışında stresle mücadele etmekle, stresi yönetmekle ilgili sağlıklı insanlara kurslar yapıyorlar.
Meditasyonla beynin plastisitesi mi arıyor?
Beyin zaten her an bilgi ve deneyimle ömür boyu kendini değiştiren bir organ. Bizim karaciğerimizin belli bir şekli var, yaşadığımız hiçbir şeyle değişmiyor. Ama beyin her saniye algıladığı her şeyle, her yeni deneyimle kendi yapısını reorganize ediyor.
Düzenli meditasyon yapanlarda gözlemlenmiş farklılıklar neler?
Meditasyon, zihni geliştiren çok önemli bir zihinsel aktivite. Sürekliliği, devamlılığı çok önemli. Fit bir bedenimiz ve kaslarımız olsun istediğimizde nasıl düzenli egzersiz yapmamız gerekiyorsa, beyin için de aynı şey geçerli. Nefes çalışmaları, yoga, meditasyon… Bunların hepsiyle beynimizde yeni bağlantılar kuruyoruz ve biyolojik olarak değiştiriyoruz. Aslında zihnimiz sürekli geziyor ve çok az zamanda gerçekten şu andayız. Zihin bir geçmişe gidiyor, “o oldu bu oldu” diye düşünüyor; hooop oradan geleceğe gidiyor, “onu diyeceğim, bunu diyeceğim, onu söylerse bunu söylerim, o onu söylerse ben şunu söylerim” diye düşünüyor. Aslına baktığımızda geçmiş müdahale edip değiştiremeyeceğimiz bir alan, her ne olduysa oldu ve bitti. Müdahale şansımız yok. Gelecek dediğimiz şey de bilmediğimiz ve gelip gelmeyeceğinden de emin olmadığınız bir şey…
Ama yine de kafamızın içinde sürekli konuşan sesler var…
Meditasyon sayesinde bu sesleri sakinleştirip zihni eğitiyorsunuz. Kendinizi şu anda değil, başka yerde fark ettiğinizde buraya getiriyorsunuz. Bunu yapmak aynı bisiklete binmeyi öğrenmek gibi… Default mode network bizim arkadan konuşan sesimiz, kendimizle ve dünyaya dair bizim düşüncelerimiz… Meditasyonun yaptığı bilimsel çalışmalardan bir beyni şu anda olana odaklanmayı sağlayan yeni bir network yaratıyor. Siz bunu bir müddet bilinçli bir farkındalıkla, üzerine giderek beyni eğitiyorsunuz, sonrası gözünüz kapalı bisiklete binmek gibi bir hale geliyor. Geçmişe gitmediğinde üzüntü pişmanlık gibi olumsuz olaylardaki duygulara girmiyorsun. Bir tarafta da gelecek kaygısı var. “Olacak mı, olmayacak mı?” diyerek hepimiz kendimizce bir şeylerin peşinde koşuyoruz. O geçmişe dair endişeler ve geleceğe dair kaygılar anda olmanı engelliyor.
Zihnimize ve bedenimize huzuru, sakinliği ve dinginliği kazandırmak için meditasyon dışında neler yapabiliniz?
Meditasyon bunlardan bir tanesi ama tabii ki tek başına yeterli değil. Bir kere ben zihin-ruh-beden diye bir bütünlüğümüz var. Bedeninize nasıl bakar, nasıl beslerseniz zihniniz o kadar sağlıklı aslında. Onun için sadece meditasyon yapmak yeterli değil. Önce beslenmeyle başlamak gerekiyor. Olabildiğince katkılı, kimyasal gıdalardan uzak duracaksınız. Olabildiğince asitik gıdalardan uzak duracaksınız. Günde mutlaka iki buçuk, üç litre düzenli olarak su tüketmek gerekiyor. Bedenin yüzde 70’i su ve hücrelerdeki su devridaiminin temiz suyla olması gerekiyor. Doğru nefes almak önemli. Biz çoğunlukla göğüs nefesine alışkınız. Doğru nefes aldığınızda aslında ciğerlerinizin en altına kadar nefesi indirir, göğsünüzün değil karnınızın şişmesini sağlarsınız. Bu aslında bizim doğuştan gelen otomatik nefes refleksimizdir. Bebekler böyle nefes alır. Ama zaman içinde büyürken çoğunlukla korkular temelli nefesimizi tutarız ve ondan sonra tık nefes oluruz, nefes göğse çıkar… Beslenme, yediklerimiz, doğru nefes almak, bol su tüketimi ve meditasyon önemli başlıklar.
Mutluluğu nasıl tanımlıyorsunuz?
Mutluluğun tabii ki tek bir tanımı yok, birçok şeyi barındırıyor içerisinde. Mutluluk kendi namıma; hayat deneyimlerini olduğu gibi kabul edebilmek, kendin ve dünya için güzel ve faydalı şeyler üretebilmek, iyi duyguları insanlara verebilmek, karşılığında onlardan aldığın duygularla kendini daha iyi hissetmek… Birçok tanımı var aslında mutluluğun. İnsanlık var oluşundan beri mutluluğun peşinden koşuyor. “Mutluluk ne değildir”e aslında bir cevap verebilirim. Mutluluk günün 24 saati, 365 gün eller havaya, “ben çok mutluyum” gibi bir şey değil. Belki de yanılgımız burada. Çünkü hayat uzun bir yolculuk ve içinde pek çok deneyim var. Üzüntüler de var, kayıplar da var, hayal kırıklıkları da var. Mutluluğun temeli bence olumlu duygularda olabildiğince çok kalabilmek, olumsuz duygular yaşadığımız deneyimlerin de kısa sürede üzerinden geçebilmek. Bazen çok travmatik olayları kabulle, şefkatli bir şekilde alıp hayata devam edebilmek, düştüğümüz yerden kalkma cesaretini 10 kere de düşsen gösterebilmek.
İnsanların yargıları, korkuları ya da beklentileri bunu engelliyor çoğunlukla. Günlük hayat için önerileriniz neler?
Bir kere kendi kendimizin enerjisini çok fazla düşürüyoruz. Onun dışında etrafta zaten her manada o kadar çok olumsuz yayın var ki… Televizyonu aç haberlerde olumlu bir şey duymuyorsun, trafiğe çık keşmekeş… Büyük şehirde yaşayan, iş dünyasının içinde olan insanın stres faktörü çok fazla. Bir yandan ödenecek faturalarınız var, bir yandan yöneticinizin iş yetiştirmek üzere üzerinizde baskısı var. Hepimiz bir yarış halindeyiz. Aslında hepimizin daha fazlasını istemesi üzerine kurulmuş bir dünya düzeni var. Bunun dışına çıkıp neyi neden yaptığımızı, neyi neden istediğimizi fark etmek bence çok önemli. Bir kere bizi mutlu eden birtakım hormonlar var. Bunları sevdiğiniz bir müziği açıp dans ederek, zıplayarak, sevdiğiniz birine sarılarak aktive etmeniz mümkün. O duyguyu yaşatan hormonları, onların yaptığı işleri bildikçe ben onları yönetir hale geldim. Sabah kalktığımda mutlaka sevdiğim müziklerden birini açarım. Güne beni motive edecek, heyecan verecek bir şeyle başlarım. Birkaç sevdiğim arkadaşıma “günaydın”, “bugün güzel olsun” gibi birkaç motivasyon mesajı atarım. Mutlu olmak için aslında birilerinin bir şeyler yapmasını beklemeye gerek yok. Kendi kendimize bunu ürettiğimizde karşı taraftan zaten aynı şekilde bize akmaya başlıyor. Varsayımda bulunmamak önemli bir konu. Daha bir şey olmadan olumsuz senaryo üretmeye çok meyilli zihinlerimiz. Bunun farkında olmak çok önemli. Zihninize geçmişle veya gelecekle ilgili olumsuz bir düşünce geldiğinde sadece kendinize “Bu sadece bir düşünce ve ben ne olacağını bilmiyorum” demek ve bu ana dönmek gerekiyor.
Depresyonun artması, panik atakların artması da bu kötü varsayımlardan kaynaklanıyor…
Günümüzde bilgiye ulaşmak çok kolay. Her türlü bilgiye ulaşma şansınız var. Benim herkese önerdiğim, Don Miguel Ruiz’in bir kitabı vardır: Dört Anlaşma. Kısacık ama günlük hayatta zihnimizin çok alışkın olduğu varsayımda bulunmak gibi, her şeyden şikayet ederek konuşmak gibi bunların farkındalığını geliştirebileceğiniz çok güzel bir kitaptır. Mindfullnessle ilgili, meditasyonla ilgili kurslar var. Bunlara gidilebilir. Youtube’u açtığınızda bile pratik meditasyonlar var. Kaynak çok fazla yeter ki biraz araştırılıp emek verilsin üzerine.
Kişi mutsuz olduğunda bu çocuğuna da yansıyor. Annelere bir öneriniz var mı?
En çok annelere önerim var. Döllenme olduktan sonra kalp atmadan sinir sistemi gelişmeye başlıyor. Annenin bütün hormonları, bütün duyguları, hatta bir noktadan sonra işitme duyusu başladıktan sonra çevrede gelen bütün sesler… Bunlarla beynin bilinçaltı gelişmeye başlıyor. Doğduktan sonra da 0-3 yaş dönemi bizim kendimizle ve dünyayla ilgili temel inançlarımızın oluştuğu dönem. Siz üç yaşında bir çocuğa yere bardağı döktü diye “Ne sakarsın sen” dediğinizde hatta belki bir tane de şaplak attığınızda o çocuk onu büyük ihtimalle hatırlamayacak büyüdüğünde ama bilinçaltı onu bilecek. O, her zaman “ben sakar bir insanım, ben beceriksizim” inancıyla hayatta bir şeyler yapmaya çalışacak ve belki de cesaretsiz olacak. Keza bugün baktığınızda çok büyük suçlar işlemiş insanlar var. Beynin nasıl çalıştığını ve kişiliğin nasıl oluştuğunu anladığım zaman ben insanlara iyi ve kötü etiketi takamaz oldum. Hepimiz başka ailelerde, başka koşullarda doğduk. Bir taraftan baktığında bir deneyim yaşamak için seçerek geliyoruz, ama işin biyolojik tarafına baktığınızda ben Afrika’da doğmuş bir çocuk da olabilirdim, kutuplarda eskimoların da bir çocuğu olabilirdim. O zaman ben bugünkü ben olmayacaktım, başka biri olacaktım. Suç oranının büyük olduğu, meyilli bir ailenin içinde doğmuş olabilirdim. Çocukluğumda tacize ya da tecavüze uğramış olabilirdim. Çocukken yaşadığım deneyimler benim suçum mu olurdu? Kişiliğin gelişiminde çocuklukta yaşadığımız her şeyin çok büyük önemi var. Benim annelere en büyük tavsiyem, çocuklarına seçme özgürlükleri olduğunu hissettirsinler, onların özgüvenli ve sevgi dolu bir birey olarak yetişmesini sağlasınlar. Tabii ki sınırları koyacağız. Çünkü çocuk bir noktaya kadar doğruyu yanlışı bilmiyor ama hiçbir zaman bunu başkasının yanında aşağılayarak, rencide ederek, ona kendini güçsüz, değersiz hissettirerek yapmamak gerekiyor. Her zaman sevgiyle yaklaşılmalı… Eskiden şımarmasın diye baba çocuğa sarılmazdı, kucağına almazdı… Bunlar öyle sakıncalı şeyler ki. Aksine anne babalar çocuklarına olabildiğince temas edip bağırlarına basmalılar. Bir araştırma sonucunda üç yaşındaki iki çocuğun mr tablosu var. Bir tanesi normal anne babalı ortamda yetişmiş üç yaşında bir çocuk, diğeri de anne ileri derecede zihinsel özürlü olduğu için anne bakımı alamamış bir çocuk… İki beyin arasında nereden baksanız yüzde 30 yüzde 40 fark var. Biri gelişimini tamamlamış, öbürü ufacık kalmış, gelişmemiş. Biz toplumsal yaşayan varlıklarız, biz ilişki kurarak kendimizi büyüten, geliştiren, öğrenen varlıklarız. Bu yüzden temas son derece önemli.
Biraz da “Beden Zihin ve Ruh Festivali”ni konuşalım. Festival ne zamandan beri yapılıyor ve bu yıl içeriğinde neler olacak?
Festivalin doğuşu da aslında benim anlattığım kendi hayat yolculuğumun bir parçası. Ben hayatımda farklı farklı eğitimlerle tanıştıkça dedim ki, herkesin mutlu olma ve iyi bir hayat yaşama potansiyeli ve kapasitesi var, yeter ki bunu fark etsin ve buna emek versin. “Nasıl yapsam da daha çok insanı bu eğitimlerle buluştursam” derken festival fikri geldi. Bir grup arkadaşımın da desteğini alarak ilkini 2014 yılında, Lütfi Kırdar’da yaptık. Sonra ikincisi üçüncüsü derken bu yıl, 16-17-18 Mart’ta İstanbul Kongre Merkezi’nde, dördüncüsü gerçekleşecek. Spiritüel dünya, akademik dünya ve bilim dünyası artık birbirini besler ve kol kola girer duruma geldi. Özellikle tıp alanının artık hastaya ilaçla tedavi değil, özel bir varlık olarak bütünsel olarak ruh sağlığını da ele alıp beden sağlığını da ele alıp tedavi etmesi gereken bir döneme geldik. Bu festivalin maksadı gücün kendi içlerinde olduğunu hatırlatmak. Emek verip hayatını istediği gibi şekillendirebileceğini, bütün hayallerine ulaşabileceğini onlara fark ettirmek. Hastalıkların tesadüfen olmadığını, senin yaşam şeklinle alakalı olduğunu ama hastalığın sadece doktor ve ilaçla değil senin kendinde yapacağın dönüşümle çok daha kolay iyileşebileceğini anlatmak… Festivalde sağlıklı beslenme, vegan beslenme, aklınıza gelen her şey var. Ziyaretçilerimiz giriş ücretiyle giriyorlar akşama kadar tüm etkinlikler ücretsiz. 3 gün boyunca mutluluk kokan mutluluk konuşulan bir festival yapıyoruz.
POZİTİF DERGİSİ MINDFULNESS ÖZEL EKİNDE YAYINLANMIŞTIR.